7 Kasım 2014 Cuma

Adam


gözdağında
bir çoban

gözümde yangın
elimde ustura ve balta
tunç, abanoz ve şimşir
geldim sapa yoldan
demir nalınlar ayağımda
dağın dibindeki ovaya.

ovada manzara düzgün
mevsimlerden hazan
günlerden o gün,
sarışın renklerden taşan
acayip bir hüzün.

bir kayaya vurdum.
bir kayının dibine çöktüm.
yapraklar ıslak, duygular ıslak, dünya ıslak
ukba parçalı bulutlu, arş-ı ala çok parlak
gözümde yangın
elimde ustura ve balta
ne yapacaktım ben bunlarla diye düşündüm.

orada belki bir an,
belki bir ömür duruldum.
duyduğum gurublar, kokladığım mehtaplar
aşkın lâcivert atlasını örtünen kızıllar
kalbin camlarında parıldayan yıldızlar
her şey geçti, ben oturdum.
dağlanan ayaklarımı ovuşturdum.

verdiğim sözleri unuttum
vermediğim sözleri tuttum
oysa ne ses benimdi, ne söz
gene de olan bitende vardı
bir çimdik tuzum.

anımsayınca doğruldum.
tıraşladım amansız usturamla
mazinin ve istikbâlin sert kıllarını
budadım ölümcül baltamla
gazoz ağacının ıskarta dallarını
çıkarıp astım çıplağına
demirden nalımlarımı...

benim sevdiğim,
usturam ve baltam,
rikkatle kestiğim her kangren aksam.
benim sevdiğim bu akşam
yarın Kasım öbür gün Ocak
benim sevdiğim,
sadece kendi peşinden giden adam.

ovaya ve dağa
sessiz, yalnız
ve nalınsız...

[Fotoğraf @Bolu, Gölcük]

Qualia

ölüversen öyle zahmetsiz bebek gibi, çocuk gibi memeden yeni kesilmiş adın okunan yüzünde tamam bir gülümseme boran fırtınan dinmiş  ateşin ...