
Ne haber külâhım? Nabiön? Ekim gelmiş, zaten gelirse Ekim'e gelmezse zekerime imiş. Yazılacak ne çok şey var imiş. Rüstem Paşa Camii'nin muazzam çinilerinde 41 çeşit lale motifi varmış mesela. Nazım Hikmet'in de şöyle bir şiiri:
"Uzunçarşı'yı dikine inersin.
Sandalyacılar, tavla pulcuları, tesbihçiler.
ve sen İstanbullu,
sen kendi ellerinin hünerine alışmış olduğundan
şaşarsın İstanbullulara:
ne kadar ince, ne çeşitli hünerleri var, dersin.
Rüstem Paşa Camii.
Urgancılar.
Urgancılarda yüz parça yelkenli gemiyi
ve hesapsız katır kervanlarını donatacak kadar
urgan, halat ve dökme tunçtan çıngıraklar satılır.
Zindankapı, Babacafer.
Uzakta balıkpazarı.
Kuruyemişçiler.
Yemiş iskelesindeyiz:
Sandalları, mavnaları,
güneşli karpuz kabuklarıyla
yüzüne hasret kaldığım deniz."
ve bitli Rüstem'e yazılmış beyit:
"olunca bir kişinin bahtı açık talihi yâr
kehlesi dahi mahallinde onun işe yarar"
ne güzeldir şiir, ah şiir ne güzeldir.
ve şiir yazmak daha güzeldir.
Perşembe pazarından piyadeye binilir.
pata pata Cibali'ye geçilir.
güneş sarı bomba gibidir:
aklın kementini çözüverir.
aşkın mekanı parklar ve bahçelerdir.
orada sevgililer birbirlerine
kocayemiş yedirir,
Malatya Pazarı'ndan
hurma ve incir...
ve yârin yakasına
41 çeşit lale iliştirilir.
dünyanın denklemi çözülmeyi beklemektedir.
geminin palamarı da keza...
ağlamak isterim ben şiir yazınca
yazamayınca ağlarım oysa...
her iki hâlde de
yeterince ağlayamadığıma içerlerim.
annem gece ağlayan kedilere bakmaya giderken
benim kıçımı devirip yatmama
meleklerim içerler mesela, bilirim.
ben ise ancak şerefine içerim.
çünkü gafilin ta kendisiyim.
ah merhamet et de
ben de gece kedilere bakmaya gideyim.
hani yağmur niye yağmaz
niye kalbin çorağını sulamaz
neden bu kadar haram sever insanoğlu?
neden bu denli bozuktur bazan hamuru?
neden lavuktur, neden aklı kıt
ve aşkı bu kadar savruktur?
neden bu kadar onurlu ve
kabiliyetlidir aynı zamanda,
neden bu kadar duyguludur?
bir türün hem onca duygun
hem nice odunnn
olması akla izana uygun mudur!
Allah'tan insanoğlu,
hikmetinden sual olunmazın
nevi şahsına münhasır kuludur...
yol hep denizdir.
Kabataş'tan vapura binilir.
Burgazada'ya gidilir.
şehirden rüyaya geçilir.
gök parlak firuze
yerde lapis lazuli belirir.
neden böyle ışıklarda
hep rakı içmek istenir.
yoksa yâr,
rakıyla iyi giden bir meze midir?
ihtimal değildir.
fakat aklın, rakıyla yenen
bir balık çeşidi olduğu kesindir.
ayva mevsimi gelmiştir.
sadakat her gün bir ayvaya emanet edilir.
ayva ağlar nar güler
bu mecliste her gün bin hikâye demlenir.
ince belli bir kadın tarafından ikram edilir.
o kadın kimdir?
güzel midir çirkin midir?
çirkini bilip
güzele varmak isteyen midir?
güzel kadınların
güzel erkekleri olur.
ve temizler temizlerindir.
güzellik, duyuyla değil
duyguyla ölçülünce gerçektir.
duygunun yeriyse sineden sola döndüğünde
tıklattığın penceredir.
mananın zırt dediği yer neresidir?
kalıp güzel nedir bilmez,
güzelliğin yeri kalptir.
yaşamın değerini
genç bilmez, ihtiyar bilir.
iyiliğin değerini
balık bilmez, Hâlik bilir.
iyilik bedellidir.
kötülük ise askerliktir:
Şeytan'ın ordusuna
cahil hizmetidir.
iyiliğin tadına varan alimdir.
kötülüğe meze olansa bana nedir ya
ba-na ne-dir!
günü gelip de terhis olunca kişi
bitince çetin askerliği
sıcak yuvasına
ana kucağına dönmek istiyorsa
kötülükten bana nedir kardeşim
ba-na ne-dir!
zira kötüden bana kalan iyidir...
yaşadıkça gider.
vapurlar gider, gemiler.
dostlar gider, yârenler.
tiryaki kokular gider,
sevilen lezzetler.
yaşadıkça faniler
birer birer geçer gider.
yerlerinde sadece bir iz:
ismi adı sanı: keder!
ve bu kederdir
insana fani olmayanı sevdiren,
fellik fellik yâri bekleten...
yârimi
bir madencinin kazmasında
bir ozanın sazında
bir şairin kanında
sapanın çatalında
kılıcın kınında
çitlembiğin karasında
aylandızın bıyığında
çınarın ululuğunda
bakırın kırığında
piyadenin pancarında
görebiliyorsam
ben.. yârimi..
yârsızlıktan ba-na ne-dir!
yârin yokluğundan
Yâr'e sığınan kimdir!
alla'sen söyle
yâri çok seven
değil midir?
[fotoğraftaki heykel:
bronz hayal Tankut Öktem
-ruhu şad olsun-
model: can gerçek Fuat Kökek
-ömrü şad olsun-]