15 Ekim 2012 Pazartesi

Sena


güneş, sırtıma hırka gibi yapışmışsa
deniz, burnumun direğini sızlatmışsa
Ay'ı irkilten rüzgâr, gözümü sulamışsa,
birkaç dönüm zeytin ve badem hasretiyle
şimdi burada şiire durduğuma bakma.
büyük kelamlar ve koca kelimelerle
gerek sana gerek seni anlatırsam kızma.

İstanbul'da cavcavlı sabahlar
dönülmez ufuklu akşamlar
ağırlaştırılmış baskı lodoslar
seyyareli denizler, tayyareli semalar
flu zihinlere derman cafcaflı zamanlar
duru rindlere yakışır tiryaklı yaşamlar.

gepgeniş olgular, algılar, kavramlar
upuçsuz diller, manalar, sınırlar
sayıya gelmeyen varlıklar
imkâna sığmayan yokluklar
yıldızlar, galaksiler, dünyalar
âlemler, kara holler, atomlar.

gel beri böyle,
bak cümlesine uzaktan, ortadan, yakından.
yakînden dahi görünmeyi izle
dostun kadim bakışından.
sevmekten öteyi bile hisle
âşığın engin koynundan.
öğüdü, nasihati, hakikati dinle
kralın payidar tahtından.
rikkat kesil, hepsi de nasıl var 'hiç' yoktan!
ah o nasıl ulu bir yâr, kudreti hiçliği aşan!
ah bu ne garip bir esrar, gizemi kalbi coşturan!

gel elan sıfır noktasına uzan,
hayy de başlasın sıfırdan bire doğru maceran.
umulur ki hâlin insan, kainata hainat olmayan!
ol mahluk ki, mahkulatın eşrefine yaraşır yaşayan.

muntazam kabı çamurdan
içindeki suyun tadı nurdan
ecce homo, işte insan
esrarı sırlayan, sırrı hamdlayıp taşıyan.

[külâhım ilhamı semadan, ibreti topraktan alalım.
Zilhicce'nin güzel onlusuna hazır duralım.
Cahit Zarifoğlu'nun 'Muntazam' nam şiirini,
Dante'yi, Nietzsche'yi, Hâkim Lokman'ı, Yunus Emre'yi
ve İsa peygamberi selamla analım. Yarımada'yı da unutmayalım.
"Andolsun ki biz Lokman'a: Allah'a şükret! diyerek hikmet verdik. Şükreden, ancak kendisi için şükretmiş olur. Nankörlük eden de bilsin ki, Allah hiçbir şeye muhtaç değildir, her türlü hamde lâyıktır." Lokman, 12.
"Allah nezdinde İsa'nın durumu, Adem'in durumu gibidir. Allah onu topraktan yarattı. Sonra ona 'ol!' dedi ve oluverdi. Gerçek Rabbinden gelendir. Öyle ise şüphecilerden olma." Âl-i İmran, 59-60.]

10 Ekim 2012 Çarşamba

Eleni


tenzih, takdis ve hamdolsun.
onca okkalı lodosun ardından
pırıl poyrazla pusu dağıtana.
ışıl rüzgârı ciğere doldurana.
cam gibi semaya baktırana.
gök gibi zihni parlatana.
arş gibi kalbi kaplayana.

tazarru, tazim ve hamdolsun.
ruhu Eleni'yle buluşturana,
Theo'dan da bir parçayı
hafızaya kazıyana.
mandolini, akordeonu, obuayı
yaşama yaren kılana.
göklerin müziğini
yerin kulağına şifa yapana.

tek bir olsun!
ki karışalım zamanın tozuna,
eşyanın üstünü tül gibi örten dokusuna,
tortusunu ancak rüzgârın temizlediği ana.
o ana geldik mi bir duralım allasen
bir anlığına, bin anlağına, sonsuz aşkınlığına
duralım o anda bir lâhza!
zaman mekan olsun lütfet,
mekan da katılsın zamana.

dururken orada öylece,
yokluğun hürlüğünde,
varlığın emniyetinde,
dönelim ender bir neşeyle.
ne ülfet ne uzlet
ne gam ne keder
ne savaş ne heder
ne rüküş ne derbeder,
- böyle süper!
hayy de seyredelim
halis denizin vakur gemisinde.

[selam ona Resulullah duyuruyor:
"Ey İnsanlar! Kendinizi beğenmeyiniz, amellerinizin çokluğuna, günahlarınızın azlığına aldanmayınız. Bir kimsenin akıbetinin ne olduğunu görmeden de kimseye imrenmeyiniz."

bir beyit de Sâmi mahlaslı Vakanüvis Mustafa Bey'den:
"Ey hâce tutuldu nefesin kabre de girdin
Bu âleme sığmam der idin şimdi ne dersin"]

5 Ekim 2012 Cuma

Savaş


içimiz kalkmış oturmaz artık,
Generalinden, Kemalistinden, Amerikancısından, Türkçüsünden, Kürtçüsünden, Dincisinden, Doğucusundan, Batıcısından, Tayyübünden, Obamasından, Hilarisinden, Kralından, Kralcısından, Ağasından, Diktatöründen, Cumhuriyetçisinden, Demokratından, Satıcısından, Alıcısından!
vallahi cümlesinden şikayetçiyiz dobradan.
bir lütuf!
kendinden ve bildiklerinden emin olanları değil;
emin olmayanları,
sorusu olanları,
başka sorusu daha olanları,
aynaya kimsin diye soranları,
mertleri, yiğitleri, delikanlıları istiyoruz doymadan.
ben istiyorum.
midem bunaldı çiğlikten, sakillikten, nadanlıktan!
ruhum ayaklandı andavallıdan,
mal değneklerinin dünyasından!

savaşmış!
insan, insan olma savaşında dahi mağlupken,
peh! savaşmış!
evet birileri gidip ötekileri grav grav
dışın dışın, bam bum, gam güm
vurmuş, kırmış, parçalamış.
hakkı öldüren zaten gözden çıkarılmış!
savaşmış!
iyiyle kötüyü ayıramayan densiz
nasıl iyilik adına çarpışırmış!
güzelle çirkini farkedemeyen çapsız
ne hakla güzelin cengine katılırmış!
savaşmış!
allasen kime savaşmış!
behey kimle savaşmış!
para varsa borsacıkta,
top tüfek çoksa zulada,
gözü doymayana pazar lazımmış.
savaşmış!
oysa en son savaş,
mazlumun ahında oynanıp kapanmış!

yürrüyün ve anca gidin!
olmadı, doğrudan tabuta binin!

{güzel cumaya dokanmayın,
basmayın, kirletmeyin!
güzel onluyu harcamayın,
pişti diye pişirmeyin!}

[savaşın fotoğrafı olmasın, olmaz da külâhım.]

Qualia

ölüversen öyle zahmetsiz bebek gibi, çocuk gibi memeden yeni kesilmiş adın okunan yüzünde tamam bir gülümseme boran fırtınan dinmiş  ateşin ...