31 Ocak 2013 Perşembe

Erbain


ne çetin çıktın vre erbain!
[bu sene dervişe benzedin]
yoksa kırk satırı
kırk katıra mı yükledin?
kılı kırk yararak çıkan kırkını
hani ya satır satır
bana mı hediye ettin?
kulbu kırık evlâdına
kalbi karışık çocuğuna
nanni ninni nonni
hangi hoş romansı söyledin?

ben doğarken,
çok adam ölmüş sende erbain.
tevekkeli değilmiş şeditliğin.

Ferdi belki bir gün diyor,
belki bir gün
şiir gibi
bir dünya düşün, diyor.
neticede Ferdi de ölüyor.
gençliğimiz öksüz,
sevdamız yetimse de
Allah'tan şarkımız baki kalıyor.

kırk katırı sal,
kırk satırı yaz bakalım şair!
kulbu kırık, kalbi karışık
cümle insana sen söyle şair!
Halep'in ellerini bağlayan
Şam'ı arkadan kalleşçe vuran
tarihini vurmalar, kırmalar, yıkmalar
ve tırmalamalar üzerine kuran,
ısrarıyla ısırıp, silahıyla morartan
ahmak insana sen bağır şair!

ne bağırayım külâhım?
işte demire biniyoruz.
demir alıp gidiyoruz.
kâh yerin üstünde uçuyoruz
kâh yerin altında koşuyoruz.
demirden bir medeniyet kurup
o demirle birbirimizi vuruyoruz.
oysa sen taş seversin, ben sopa.
ah nerede o hakiki kavga?
vallahi Diyojen'le arıyoruz.

bu dünyadan nice geçmiş.
ahmak geçmiş, dahi geçmiş, de'li geçmiş.
Dali, hafızaya Cennet'i feda ederken,
aslında maziden çok istikbali sevmiş.
yahu şu mübarek Spinoza da
duyguları ne güzel tariflemiş.
önümüz bahar, konumuz nice.
bir sahne açılmış o lâhza
hayalin geniş penceresinde:

tepelikli bir ispinoz söyleşmiş,
gerdanı gurubtan kızıl bülbülle.
kırçıl iskete de mevzuya girince
hem uçan hem düşünen birileri
arkayı dörtlemiş
hayalin engin bahçesinde.

Cennet maddesinden imal bir masalı
Eleni'den dinlercesine...

ben daha ne diyeyim külâhım,
masalın asasıyla gezmeyene.

üstelik,
yara dökmüş havsalamıza
kurşun dökerken hava,
erbainin son yüzlüğünde.

["Ya Resulullah! En faziletli iş hangisidir? diye soruldu. Allah'ı bilmek, buyurdular. Hangi ilmi murad buyurdunuz, diye soruldu. Allah'ı bilmeyi, buyurdular. Biz işi soruyoruz, siz ilimden cevap buyurdunuz, dediler. Allah'ı bilerek yapılan az iş menfaat verir, Allah'ı bilmeden yapılan çok iş fayda vermez, buyurdular."
Fotoğrafı, Pompidu'da çektim külâhım.
Nereye gitsem karşıma çıkan Dali'nin nefis bir marifeti gene.
Dali de erbain ölümlü. Theo baba da geçen sene erbainde öldüydü.
Ey ölmüşler, Ferdi Özbeğen de dahil niceler, nur içinde takılın he mi!
İnna lillahi ve inna ileyhi raciun.]

11 Ocak 2013 Cuma

Hayy


[Hep 33'ünü yaşayanlara...]

Hayy da!
[Andrzej Wajda]

Hayy ya Mevlâ!
Haysiyetli haytalar!
Hayâlı haydutlar!
Hayalli haylazlar!
Hayretengiz haymatloslar!

Hayrı haylayanlar
Hayvanı haydayanlar
Havlamadan haykıranlar
Hayıfsız hayatlar!
Hayrana hayranlar!
Hayy de dostlar!
Hayy ya Mevlâ!
Sancak alabanda!
Hayhay külâhım,
Rastgele, hayırlar ola.

bir yakışıklı teknede
[ihtimal tirhandil biçimce]
bir yaman gemide
bir engin seyirde
bir hayret sezişte
bir acayip sergüzeştte
yokken olma hâli,
bir garip veya
bir yolcu gibi...

işiten kulağı, gören gözü
tutan eli, yürüyen ayağı
akleden kalbi, konuşan dili
olan bir garip yolcu gibi,
yokken olma hâli...

bir garip yolcu hayat yolunda
yolunu bulmuş, perişad olmuş.
o rotalı ve reisli mavi yolda
o notalı ve idareli kavi yolda
zaten ve ancak
bir garip veya
bir yolcu olunurmuş.

ilk nefeste bir garip olan
kalıcı değil gidiciyim buyurmuş.
son nefeste bir yolcudan
ölücü değil diriciyim, duyulmuş.

o lâhza,
hayyperestler hayalperestlerle
aynı sofrada oturuyormuş.
hayalperestler hayatperestlerle
aynı kaptan içiyormuş.
hayretperestler hayrete gelince,
ol mabutperestlerin her sillesinde
bin putperest parçalanıyor,
bin puştperest yıkılıyormuş.

enkazdan geçen bir garip yolcu
buldukça kahırdaki lütfu, susuyormuş.
sımsıkı susunca hayret yorgunu,
susmuşun zevkini zevzekten anlıyormuş.

o vakit tevhidi
işiten kulağı, gören gözü
tutan eli, yürüyen ayağı
akleden kalbi, konuşan dili
olan bir garip yolcu gibi,
yokken olma hâli...

ne haysiyetli değil mi ey kâri!
şu aziz Hayy'a hayran hüviyeti...

["Bana sor sevgili kâri sana ben söyleyeyim;
Ne hüviyette şu karşında duran eşarım.
Bir yığın söz ki, samimiyeti ancak hüneri,
Ne tasannu bilirim, çünkü, ne sanatkârım.
Şi'r için "gözyaşı" derler; onu bilmem, yalınız,
Aczimin giryesidir bence bütün asarım!

Ağlarım, ağlatamam; hissederim, söyleyemem;
Dili yok kalbimin, ondan ne kadar bizârım!

Oku, şayet sana bir hisli yürek lâzımsa
Oku, zira onu yazdım, iki söz yazdımsa." Mehmet Akif.


Külâhım, şu harika "şi'r"i başa koyardım,
şayet Hayy galebe çalmayaydı.
Bendekini benden iyi anlatmış hakiki şair Mehmet Akif, Allah razı olsun.
Dağ gibi bir 11 Ocak Cuma hediyesi ben çırağa. Hayy'dan Hû'ya...


"Gönül han değil, dergâhtır.
Paldır küldür girip çıkılmaz, günahtır." Şems vü Ay.

Ve dahi başköşemizde: "Hikmetin başı Allah korkusudur."
Resulullah, s.a.v.]

4 Ocak 2013 Cuma

Kıyamet



hayy de bismillah!
rakam değişiyor, sayı aynı
suret değişiyor, mana aynı
insan değişiyor, kafa aynı
peki bu kadar aynılıkta
fark nerede hacımın evlâdı?
sizin oraların kırık aynası
aynı mı gösteriyor, yoksa farkı mı?

kapıya kış vardı,
bahçede ocak yandı.
kağıtta sene başladı,
elde kalem kaşındı.
ateşten kalp fayrap
sudan ceset şifayab
rüzgâr dondu, bulut ağırlaştı.
çivit hava, havsalama mıh çakıldı.
ittirdim kaktırdım bana mısın açılmadı.
hıfzım ağladı, diyeceklerim yarım kaldı.

üşüştü heyyler ve huyylar başıma,
üleştirdiler kederi her bir duyuma,
paylaştırdılar gamı nice bir uzvuma.
heyhat, neşeyi kasten unutmuşlar
bir türlü ağırlayamadık asil misafiri, sorma!

sorma cağnım, allasen bana bir şey sorma.
içindeki diline doğmamışken daha, konuşma.
köleyi efendisinde, kulu mabudunda ara da
sorma; özgürü esir, hürü tutsak hâle koma.
her hâlde işi yazmak olana, beyhude bahis açma.

ne ki sen beni bilmezsin,
ben ölü kentleri severim.
ölmüşlerin sesini dinlerim
mevtaların ruhunu izlerim.
Heraklit'in taşında oturup
Celcus'un kapısından geçerim.
Epikür'ün adasına bakıp
Priene'de kendimi düşlerim.
Afrodit'in saçın örüp,
Apollon'un yayın gererim.

ne ki sen beni görmezsin,
ben bozulmamış, tutulmamış, oynanmamış
battığı üzre, yıkıldığı hâlde, tarumar vaziyette kalmış,
maziden gayrı sesi kalmamış toprakları gezerim.
katkısız, imarsız, onarımsız, payandasız taşları ellerim.
güya dirilerin işret meclisinden geçerim de
fena bulmuş fanilerin şehirlerini severim.
yokluktaki varlığı, varlıktaki yokluğa tercih ederim.

ne ki sen beni işitmezsin,
ben eksik adım, aksak atım
kıyametin kentlerinden seslenirim.
ölüleri diri, yaşarları ceset bilirim.
terso eylerim, doğru söylerim.
mahmuzlarım zamanı,
olmamışın olduğu vakte giderim.

ne ki sen beni düşünmezsin,
ben Ocak'ı yellerim, yaşımı yenilerim.
güneşte ayva yerim, Ay'da süt içerim.
dışkımı toprağa, içkimi suya gömerim.
dışımı mezara, içimi duaya dökerim.
kıyamın sadakasını secdede veririm.
hamdolsun, olmuşla olmamışın farkını da
ancak İsrafil'in obuasından dinlerim.

[“Çabuk ol, işi savsaklama, vaadini yerine getir! Sen yarın bu işi görürüm diyorsun ama şunu iyi bil ki, gün geçip git­tikçe o dikenler daha çok artıyor, kuvvetleniyor. Onu sökecek olan sen de ihtiyarlıyorsun, güçten kuvvetten düşüyorsun. Şunu bil ki, diken güçlenmede, boy atmada; diken sökecek kişi olan sen ise ihtiyarlamaktasın; gü­cün kuvvetin de devamlı eksilmede… Çabuk ol, vaktini boşa geçirme... Kendi helâkini hazırlama!" Selam ona Pîr Hazret'in inci öğüdünden var Resulullah'ın elmas sözüne külâhım:
“Sadaka sahibinin elinden çıkınca, sâilin eline varmadan önce beş şey söyler: Az idim beni çoğalttın, küçüktüm beni büyüttün, düşmandım beni kendine dost ettin, fani idim baki yaptın. Daha önce sen beni korur iken şimdi ben senin koruyucun oldum.” S.a.v.]

Qualia

ölüversen öyle zahmetsiz bebek gibi, çocuk gibi memeden yeni kesilmiş adın okunan yüzünde tamam bir gülümseme boran fırtınan dinmiş  ateşin ...