29 Nisan 2010 Perşembe

Korku


Korku, soluk almak ile vermek arasına yerleştiği zaman, ah o korku, önden korkutup arkadan umuda iten o korku, soluğun alınışı ile verilişi arasındaki ender ana yerleştiği zaman, işte o zaman, O'na koşulsuz, şartsız, amansız, kaçışsız muhtaçsın. Ah ne güzel ki muhtaçsın... O korku var ya o korku, kendini herrr varlıktan, her hadiseden, her gözden gizlemeyi, saklamayı, sakınmayı, örtmeyi arzulatan o korkudan kaçmayı istesen de kaçamazsın, örtemezsin, saklanamazsın...

korkunun kaynağından saklanamayacağın aşikârsa,
çanak çömlek patlaya gayrı bu saklambaçta,
saklanmaktan sakınmakta mutlak deva!
kurt olup, puşt olup dağa kaçma
civan olup, mert olup çık ortaya
bu ne uzun bir saklambaç ya!
< nihai saklambaçta işte budur esas dava >
korkudan yine korkuya sığınınca kalmaz belki korku
bir sonraki soluğa...

Nisan biterken çok korkmuşum, ah hem ne korkmuşum.
sonra soluğu gerçeğe sığınmakta almışım,
kendimi engin bir suda bulmuşum.
işte o zaman susuzluk serap,
su ise gerçek olmuş.
gerçeği ta göynümde duymuşum.
gerçek öyle bir şey imiş ki
o kadar gerçek imiş ki
bu yüzden nice imiş, çetin imiş, zor imiş.
ki tam bu yüzden baldan tatlı
sahteden farklı, ezelden bahtlı imiş.
can, ciğer, dost imiş, aşk imiş.

gerçek zor olmayaydı, gerçek olur muydu?
zor olmayana mizan kurulur muydu?
kolay olan, insana zulüm imiş
aklına kıyım, gönlüne cefa, yeteneğine eza imiş. 
insan dediğin, zoru becerdiği için insan imiş.
evet böyleyken böyle imiş.
ey güzel insan,
hâl böyleyken nereyeymiş.

8 Nisan 2010 Perşembe

Ah Güzel İstanbul


İstanbul'da festival zamanı.
Nisan hep sayıklamalar ayı.
ahh sayıklamalar...
sayıkladıklarımı ayıklayınca
ayıldım şiire serapa...

Tamara Tamara
açtın kalbimde yara

Gündüz çorbacı gece meyhaneci Rıfkı
ah bu güzel İstanbul beni benden aldı.

bilmiyorum neden,
bu coğrafyanın bu kültürü
bu adab-ı muaşereti
nasıl da ciğerime işlemiş
bilmiyorum neden...
bu şehnaz longalar, bu muhayyer kurdiler
bu hicazlar, bu rastlar
ve çalındığı fondipli sofralar...

mükellef rakı sofraları vardır hayalimde.
kalendermeşreplerin, merhametlilerin, âşıkların
birbirine yâren olduğu rakı meclisleri...
böyle meclisleri görende yüreğim sızlar,
burnumun direği burnumu yaralar.
böyle âlemleri nicedir görememek ise
ah işte bu beni gamlı yapar.

Ah Güzel İstanbul'um,
nice görkemden, nice ihtişamdan
nice fetihten, nice aşktan geçmiş
İstanbul'um...
Peygamber'in müjdesi,
âlemlerin gözdesi,
şimdilerin bedbin
ve kıpkırıp kalplisi.
ah kalbini bana ver İstanbul,
kalbine dokunan
önünde sonunda Allah'ımdan bulur!

işte bu İstanbul'dur,
bana rakıyı, bana mehtabı, bana kayığı
bana havayı, bana gamı, bana rast'ı
bana Aşkı sevdiren
işte bu İstanbul'dur.

bir günahı bile bana sevdiren
işte bu İstanbul'dur.
tövbeyi günahtan çok sevdiren de
gene bu İstanbul'dur.

içimdeki İstanbul'u yazmakla bitiremem.
İçtanbul diye bir öyküm varıdı
anmadan geçemem.
İstanbullu olmakla değil de
İstanbul'u çok sevmekle övünürem.

3 Nisan 2010 Cumartesi

Cumartesi


"kan var bütün kelimelerin altında
umulmadık bir gün olabilir bugün
bir çeşme gibi akabilir cumartesi"

Cemal Süreya.

bir çeşme gibi aksın cumartesi.
tamamlasın işleri.
işler hep eksik, noksan, natamam
zira ömür fani.

keçiyi zamana bağlamak gerek
ikisini de kaçırmamak için.

2 Nisan 2010 Cuma

Secde


bugün kendimi nereye koysam bilemedim.
annemi fazla göremedim.
güzel cumaya sığınıp sesleri dinledim.
birinden bir mektup aldım, gecikmiş.
belli ki üzerinde iç geçirilmiş.
eskiden bir b. varıdı
kitabımda da geçen
sevdiğim b'lerden...
ah! kitabım...
beni duyuyor musun?
beni dinliyor musun?
yerinde rahat mısın,
hoş musun?

bazan Habirim
haber vermiyor bana giderken
ben böyle yerimde
kimsesiz, yapayalnız, biçare
kalakalıyorum kendimle.
beni de götür a
gittiğin yere.
beni de getir a
olduğun yere.

bugün kendimi nereye koysam bilemedim.
secdedir asıl yerim,
bir türlü öğrenemedim.
ben sana vurgunum
bir türlü diyemedim.

[rahmetli Sabahattin Ali'ye...]

1 Nisan 2010 Perşembe

Nisan


Nisan... Nisan, ilk ve yeni, yeni olduğu için biraz gacır gucur. Nisan gıcırdar ve gıcırdatır. Olsun, yine de çok güzeldir. Eliot, acımasız demiş a Nisan'a, yeni acımasızdır ya ondan olabilir. Eskiye acımaz yeni. Eski eskimeseydi, hiç yeniye gerek kalır mıydı ki? Nostaljiye bayılmama rağmen, eskiyi sevmiyorum. Eskiden kalan hatıraları sevsem de, eskide kalanları sevmiyorum. Bu aralar sürekli papatya falı bakıyorum. Neleri seviyorum, neleri sevmiyorum. O beni seviyor mu diye bakmıyorum, bunu yekten gidip O'na soruyorum. Sevince çok seviniyorum.

Sevmediklerimi seviyorum. Sevmemeyi de seviyorum, sevmenin nasıl bir şey olduğunu daha iyi kavrıyorum. Diyalektik rules!

bugün bir Nisan.
neşe eşittir gam.

Kale'ye gidelim kahvaltıya
aklımız karışsın havaya.
sana bakalım sonra
durup uzun uzadıya.

Qualia

ölüversen öyle zahmetsiz bebek gibi, çocuk gibi memeden yeni kesilmiş adın okunan yüzünde tamam bir gülümseme boran fırtınan dinmiş  ateşin ...