
Korku, soluk almak ile vermek arasına yerleştiği zaman, ah o korku, önden korkutup arkadan umuda iten o korku, soluğun alınışı ile verilişi arasındaki ender ana yerleştiği zaman, işte o zaman, O'na koşulsuz, şartsız, amansız, kaçışsız muhtaçsın. Ah ne güzel ki muhtaçsın... O korku var ya o korku, kendini herrr varlıktan, her hadiseden, her gözden gizlemeyi, saklamayı, sakınmayı, örtmeyi arzulatan o korkudan kaçmayı istesen de kaçamazsın, örtemezsin, saklanamazsın...
korkunun kaynağından saklanamayacağın aşikârsa,
çanak çömlek patlaya gayrı bu saklambaçta,
saklanmaktan sakınmakta mutlak deva!
kurt olup, puşt olup dağa kaçma
civan olup, mert olup çık ortaya
bu ne uzun bir saklambaç ya!
< nihai saklambaçta işte budur esas dava >
korkudan yine korkuya sığınınca kalmaz belki korku
bir sonraki soluğa...
Nisan biterken çok korkmuşum, ah hem ne korkmuşum.
sonra soluğu gerçeğe sığınmakta almışım,
kendimi engin bir suda bulmuşum.
işte o zaman susuzluk serap,
su ise gerçek olmuş.
gerçeği ta göynümde duymuşum.
gerçek öyle bir şey imiş ki
o kadar gerçek imiş ki
bu yüzden nice imiş, çetin imiş, zor imiş.
ki tam bu yüzden baldan tatlı
sahteden farklı, ezelden bahtlı imiş.
can, ciğer, dost imiş, aşk imiş.
gerçek zor olmayaydı, gerçek olur muydu?
zor olmayana mizan kurulur muydu?
kolay olan, insana zulüm imiş
aklına kıyım, gönlüne cefa, yeteneğine eza imiş.
insan dediğin, zoru becerdiği için insan imiş.
evet böyleyken böyle imiş.
ey güzel insan,
hâl böyleyken nereyeymiş.