29 Kasım 2010 Pazartesi

Gar


Haydarpaşa Garı yandı.
çatısı ve son katı.
kafa siyatiğim azdı.
Ülker, tabiatı sarsarken
balkonda siklameni yorarken
hani çinko damlar
hayalimde vururken
eski çamlara yalnız ağıt kaldı.
ben ağıda yanakaldım,
seni kağıda ağladım.
çocukluğu yananları andım,
çocukluğundan tren geçenleri
çocukluğundan grayder geçenleri
ve çocukluğu ahmak ayaklar altında ezilenleri
çok andım.
çok uzun baktıklarımı
çok anmaktan başka bir şey
yapamadım.

hakikattir elbet:
dünyanın enikonu büzüştüğü
ihtiyarlayıp üzüldüğü
kalelerin birer birer düştüğü
tarihin, kültürün, düsturun
ah an be an yıkıldığı, yakıldığı, söndüğü!
hezimettir elbet:
çocukluğumun ıraklığı
ihtiyarlığımın çıraklığı
ve boyuna hatıra çobanlığı
ha babam hafıza âşıklığı
ah nostalgia ve melankolya.
ya Rabbim! gene sen unutturma.

çürüme haktır elbet,
fani dünya hakikattir elbet.
entropi gerçek, kanundur rahmet.
ah şahidimdir ki böyledir evet.
diyalektik gereği
faniyse fani,
bakidir Baki.
budur belki, aradığım hikmet.

ben bekliyorsam garda,
mazi yanıyorsa
istikbal fluysa
demde acı bir tad varsa,
isterim koynuma bir florya
ve kızıl bülbülya
feryat feryat kanasın diye
bugünün hatırına.
fayrap fayrap ağlasın diye
çağın vicdanına.
ben bekliyorsam garda,
sen muhakkak geliyorsun ya.

[ahenk diliyorum cümleye,
kendime, külâhıma, havaliye
ahaliye, güruha, topluma, millete
devlete, başlara, kocabaşlara!
trenler tez yola koyula!
gara alicengiz yapanların
Gar inşallah başına yıkıla!
ehvendir haybeye yıkılmaya!
gar ola, yâr ola
insanda bari biraz ar ola!
foti, geçen yıldan
yürüdüğüm yoldan hatıra.]

25 Kasım 2010 Perşembe

Beka


secdeye çok uzun baktım sonra.
handiyse yüz fersah.
içlendim çok uzun.
neredeyse bin batman.
paganlara, agnostiklere, heterodokslara
daldım okkayla.
çıkardım manayı kıratla.
baktım ardımdan sana çok uzun,
boyunca hattı humayun.
Lutherlere rahmet okudum.
ardından Ninalarla Çadırcılara dokundum.
şiir dokuyasım geldi,
ip aradım, kuşak aradım, kumaş aradım.
ilmek aradım, ipek aradım.
ses oldu, harf oldu,
kelime oldu tek avandanlığım.
havadan sudan bahsetmek istemez oldu
dilim, dudağım, dimağım.

yâri secdeye çok uzun yatırdım sonra.
yâr secdeye yakışmadıysa
yuf olsun, yazıklar olsun o yâra!
kaplasın yârin göynünü derin yara
anlasın artık olan biteni serapa.

aynı kan iki kere akmazsa da
yara hep aynı yara...
zoruma gitse de bazan yaradaki bu şifa,
hoşuma gidiyor hep
Yaradan'daki bu beka.

24 Kasım 2010 Çarşamba

Bak!


Kasım geçti. bayram geçti.
Zilhicce geçti.
geçti geçiyor. gitti gidiyor.
elimizde kalanlara bakalım.
beriden geriye kalanlara
çok uzun bakalım.
çok uzun bakmanın manasını
ufka bakarken anlayalım.
hafızayı Lethe temizliyorsa
ve hatıra hatırdan geliyorsa
noolur çok uzun bakmayı unutmayalım.

Kasım'a uzaktan çok uzun baktım.
Gebekum'un yedinci kayasından Rodos'a,
Penbe Hanım'ın yattığı üçüncü mezara,
yandan esmiş andızın yanından
karşıda iki seksen uzanmış
Urartu kesim dağa,
tavadaki sarpaya, sargoza, ıskaroza,
tavandaki âşık ruhlarına,
ebruli kafesteki gece lambasına,
durgun gurubtaki ikinci yalıçapkınına,
başım üzerinden geçen beşinci sakaya
ve bülbüle, isketeye, kekliğe, çulluğa,
dağın ardından hop beliren dolunay'a,
derken...
sevgilinin yüzündeki kara noktaya,
yârin gönlündeki akya odaya
çok uzun baktım.
başım döndü ya,
gördüklerimi mahşere sakladım.

[foti, Kasım'da Reşadiye'de
ikilinin baktığı yerde...]

1 Kasım 2010 Pazartesi

Kabir


"Ölüp de pişmanlık duymayacak hiçbir kimse yoktur" S.a.v.

Kasım 1.
Kasım kasıntısı
Ekim sıkıntısı yanında hiç kalıyor imiş bazan külâhım.
Kasım'a en çok bu sene ısındım, şimdiden...
Aylar netçede sadece zaman parçası.

[mizahen: yıkıl karşımdan zaman parçası! ;]

yoksa öyle ahım şahım bir olayları yok.
ayların diyorum.
birbirleri ardına gelip duruyorlar.
tekdüze ve yeknesaklar.
sırayı kat'a bozmuyorlar.
sırayla kafayı bozan elbetto insanoğlu.
isme, cisme, nama, eşyaya mana mayası katan
mayalandıran, manalandıran
sonra kafası kızdı mı
alttan kaydıran,
altını boşaltan,
altından girip üstünden çıkan
altından girip bakırdan çıkan
insanoğlu, kişioğlu, zatoğlu.
Ademoğlu kızgın fırın
Havvakızı mercimekse işin biberi, tuzu...

aşka gelip çattı Kasım.
aşkların aşkına dayandı kapım.
kamburdan sızladı sırtım.
Ekim'de fırtınam oldu, balığım.
yağmurda dağlandım.
rüzgârda dağıldım.
Allah'tan vardı accık aklım,
parçalarımı toplayana sığındım.
o, beni dinledi.
ağladım, merhamet etti.
inledim, ses verdi.
yanlış anladın, dedi.
merhametim, gözyaşından evveldir.
ve sesim, çığlığından cevvaldir.
deyince al al oldum ben, utandım.
lafın altında löpçük gibi kaldım.
hakikatin karşısında armut gibi baktım.
cevabı bilemedim.
bulmacayı çözemedim.
anahtarı yine nereye koydum
hayal dahi edemedim.
o an
kalem koştu, kelam yetişti
şiir yeşerdi gönlümde de
ben yine aşka gebe,
olduğum yerde
olduğum hâlde
kalakaldım mananın içinde.

bir florya öttü içimde
bir andız yükseldi böğrümde
ve avuçla çitlembik emdim
bu Ekim'de...

bilmediğim kendimdi yine bu sene,
bilirsem zaten o bendeydi, ilanihaye.

andız, mezarlık ağacıdır.
yetmez, mezar taşlarının üzerine de resmi yapılır.
bilinen adı selvi olup, divan edebiyatında
sevgilinin endamını çağrıştırır.
duygunun dimağında
dirayet ve sadakat uyandırır.
eski yunan ve roma ahalisi
hüzünlü ağaç der imiş andıza,
güzel olan hüzünlüdür derim bense çokça.
ölüm de hüzünlüdür ya,
asıl o babta...

sevgiliyle gezmek
güzel ve hüzünlüdür.
yerde güz, gökte güneş varsa hele,
ölümcüldür.
sevgiliyle gidilmesi en hoş yerlerse
parklar ve bahçelerdir biteviye.
türbelerle mezarlıklardır cuma günlerinde.
çünki sevgili canlıdır,
çünki, canlının yüzüne ancak
canla bakılır.
can da ancak
andızın altına saklanır.
bu işlerin çoğu gizli kapaklıdır.
giz de ancak
zeytinin dibine gömülünce,
sevgiliyle üstünde yatılır.

sevdiğim kabristanlar vardır.
sevdiğim kabristanlarda bizatihi görmediğim
görüp de hatırlamadığım
ama çok sevdiğim bazı zatlar yatmaktadır.
Nakkaştepe'de Sabire Hanım,
Feriköy'de Ayşe Hanım,
Özbekler Tekkesi'nde Zehra Hanım,
hanımlarımı andıkça
andızım nazlı sallanmaktadır.
gözümde bulut yoğuşmaktadır.
sağanak yağış altında
kalbimi sel almaktadır.
zamanları bekleyişse
inşallah mekanları cennet olmalıdır.

hülasa,
sevgili ve mezarlıklar
takık olduğum
iki muhabbet bağıdır.
değil mi kibir ancak
kabre kadardır.

[fotoğraf, Reşadiye Cami'nin hemen önündeki
rüzgârın özenle boynunu eğdiği
cağnım andızım, hasretle andığım.
andaki giz, andaki haz,
andaki hız, andız.]

Qualia

ölüversen öyle zahmetsiz bebek gibi, çocuk gibi memeden yeni kesilmiş adın okunan yüzünde tamam bir gülümseme boran fırtınan dinmiş  ateşin ...