29 Aralık 2011 Perşembe

Nûr-ı Ayn


dinlemem lazım ve görmem
çalmam lazım ve işitmem
seyretmem lazım ve koklamam
kavramam lazım ve dokunmam
anlamam lazım ve okumam
işlemem lazım ve yazmam
hatırlamam lazım ve yaşamam.
yaşamam için bana lazım zaman.
kader mi zamana râm
zaman mı kaderi ham?
bilmiyorum ne gam.
zerre zerre hissediyorum
dalga dalga seziyorum ki
tutmam lazım bir ucundan.

bir ucundan tutup,
öbür ucuna götürüp,
zamanı ve mekânı bir araya katlamam,
bohça gibi bağlamam,
çarşaf gibi gerip birlemem lazım.
çarşaf çarşaf fotoğraflarını çekip
geceleri gizlice dikizlemem lazım.
koynumdan çık çıkarıp bakmam lazım.
gözümden geç geçirip yakmam lazım.
olunca gül, bülbülü güldürmem lazım.
güneşe gösterip okşatmam
Ay'a götürüp öptürmem
rüzgâra tutup gezdirmem
Güneş'e dinletip sevdirmem lazım.
sonra koyup kalbim içine
kalpten bir hediye diye
elden, gözden ve gönülden
Sana vermem lazım.

lazımoğlulazım.
şapkalı hazım,
şapkasız nazım.
öyleyse lâzımsa lâzım.
mukadder arzım
ve aşkın Arşın.
lâzımsa mesele cağnım
bana seni lâzım.
hediyeme bir adres
zarfa mazruf lâzım.
baht, kader, kısmet derken
büyüksün Allah'ım.

22 Aralık 2011 Perşembe

Sıra


buğday, çavdar, mercimek, fasulye, pirinç, nohut, bakla, börülce, kabak, patlıcan, domates, patates, kereviz, enginar, yer elması, bamya, semizotu, havuç, marul, soğan, sarımsak, hıyar, mısır, ayva, nar, kiraz, çilek, böğürtlen, erik, elma, armut, karpuz, kavun, dut, incir, portakal, mandalina, greyfurt, limon, kayısı, şeftali, nektari, hurma, üzüm, badem, ceviz, fındık, fıstık, ayçiçeği, leblebi, susam, keçiboynuzu, zencefil, adaçayı, kekik, zeytin, peynir, yoğurt, yumurtanın sarısı, balık.
yine incir ve ceviz.
badem ve ayva.
lüfer ve pavurya.
bal, süt, çay, su.
dünya, ukba.
Şems, Ay.
dost, yâr.
anne, baba.
peygamber, Allah.

soldan sağa ve aşağıdan yukarıya,
hey maşallah.

[Fotoğraf @Kapadokya, Uçhisar]

Romans


güney göğünde buluttan perde
sarı frişka doğu sahnesinde
kobalt fırtına ise
bizar kalpte.

oysa gülizar olmalı
kalbin içi, dışı, namı.
goncada yağmur başlamalı.
usulca sarsmalı
lüfere giden balıkçıyı.
gırgırı batırırken,
rasttan erbain çalmalı.

zinhar altın olmalı
gönlün taşı toprağı.
gönülden taşanı dudak,
havada yakalamalı.
ışık basmalı sonra
bu güzel ormanı.
en uzun geceye asmalı
çinko kavalye ile bakır damı,
çingene flâmenko söylerken
pasodoble oynayanları.

evet, behemehal,
en uzun geceye saklamalı
zihni romans dokuyanları.

15 Aralık 2011 Perşembe

Mösyö


hey siz mösyö beyefendi
zihninizde inle cin
langırt mı oynuyor sizin?
ininizde yaman libidonuz
ve parçalanmış gelinlikleriniz.
gitanes döşeli döşeklerinizde
pembemsi şehevi düşleriniz.
kırık oğlancıklarınızla,
erotik kefenleriniz...

size mağara arkadaşlarımdan bahsetsem
bana hin hin güler misiniz?
yoksa gözlerinizi kovuk gibi
belertir misiniz?
ya da dağın batik dağılışından
ya da Ay'ın asayla yarılışından
ya da denizin ateşten tamburundan
veyahut hadi size sizden bahsetsem
bana itimat eder misiniz?
aynanızın karardığını söylesem,
karartma gecelerinde
harakiri dayınızın evinde
unutmuş olduğunuz masumluğunuzu,
bir gece hasbelkader sinemde
yatmış uyurken bulduğumu deyiversem
bana sarılıp gücenir misiniz?
vay siz mösyö beyefendi
vazgeçilmeyecek olan siz misiniz?
eğer vazgeçilmez olaydınız, ölmezdiniz!
öyleyse susun bir lâhza,
Allahınızı severseniz...

bilesiniz,
gözyaşları yenilmez, içilir.
aşk bakidir, ten ise geçilir.
mazi, kuru bir ot parçası,
değeri ancak istikbalde biçilir.

hay siz mösyö beyefendi
siz ki benim velinimetim,
haşmetlim ve hürmetlimsiniz.
ne yaşadıysanız size,
ne yaşamadıysanız bize,
sizinki size, bizimki bize aittir.
duvardaki duvak kafamıza
kapıdaki kapak ağzımıza göredir.
görecedir ah mösyö beyefendi,
görünen görecedir.
görünmeyendir, o ki kesindir.
gerçeğin kılıcı
sizin kolpa palanızdan
keskindir.

vah siz mösyö beyefendi
hülyanız kurumuşsa
serabınız sararmışsa
rüyanızın çivisi çıkmışsa
hayalinizin çanına ot tıkanmışsa
düşünüzün dibine kibrit suyu dolmuşsa
kabahatim yok benim valla.
sizin nadir çiçeğiniz solmuşsa
sizin natür bostanınız sararmışsa
sizin bağnaz bağınız kopmuşsa
beni bağlamaz bu hazin macera.
piçse mazi, sizinle benim aramda
keserim derhal göbeğini tek uçuşta!

şimdi ve burada
beni bağlayan tek bağ
bitimsiz ve ihanetsiz,
payidar ve sadık olanla.
hikâye bu,
aşk bu ya...

[Fotoğraf @Paris]

14 Aralık 2011 Çarşamba

Davet


Aralık aralandı.
yâr kafasını uzattı.
dedi: yeter, gelmiyor musun?
geliyorum geliyorum, dedim.
baktım anahtar, ocak, buzdolabı
sıkıcı kontrol mekanizması.
yâr dedi gene:
yeter! gelmiyor musun...
beni mi seviyorsun,
yoksa hâlâ kendini mi
dinliyorsun?

Tosca çalıyordu o lâhza.
bakışımda bir gemi alargada
diğeri ufukta apazda.
duvarda Prado'dan Brueghel ve Goya.
elimde mekik ağ dokuyordum
kurşun ve mantarla.
miskinlikten Mışkinliğe
belki sonra pişkinliğe
terfi olmayayım yok,
kastım sadece
veryansın tembelliğe...
iştiyakım sade:
rakik ve dakik bir varlığı
nakış nakış işlemek biteviye.

kafamdan aşağı
bin kova aşk dökülünce
işi gücü bırakıp koştum
yârin davetine.
oysa ah nasıl müştaktım:
yelken direğinin tepesinden
âlemi izlemeye.
ve elimde kalem
engin kelimelerle
yârin çehresini çizmeye.

yolda dur! dedim yâre.
bu gelen ben değilim!
bırak, kızıl çizmelerimi giyeyim.
müsaade, vasıtamı eyerleyeyim.
sonra da ekru yoluma gideyim.
ezeli kırık kalbimi
destur, ebedi tamir edeyim!
ve sana yekpare aşkımı dipdiri,
öylece dupduru hediye edeyim.

ey benim hakikim,
bildir de ben
geceden önce bileyim:
arık eşek mi yoksa
yağız beygir mi bineğim.
ey benim ilâhim,
uyandır da ben
seherden önce göreyim,
doludizgin binip gideyim.

[selam İbn-i Arabi'ye,
kelam, sahibine.]

7 Aralık 2011 Çarşamba

Zihin Açacağı


sema titredi, gök kapandı.
tertemiz su
ağaçların şakaklarını yıkadı.
perdeler açıldı, tüller kapandı.
kaçık pus Boğaz'ın yakalarını
sapasardı fırdolayı.
hüzünzam makamından çaldı,
gırgırla gırgır geçerken
avlanan balığın hatırası.

içimdeki Grek ayaklandı.
Marika ağladı, rebet başladı.
ciğerim nikotinden hıçkırdı.
üzülme canım ciğerim,
iste sana kafesi orman ederim.
pas tutarsa demir nefesim,
ben sırtımı havaya veririm.

derken,
bir ikindi vakti
aşkla aşık atarken
maşuğuma yakalanırım.
kişi, sevdiğiyle beraberdir
der mihmandarım,
ben fersah rahatlarım.
tel dolaptan zihin açacağını kaparım,
ve Telli Baba'dan tozlu gelinliği.
zihin açacağıyla hafızamı yoklarım.
gelinliği seks pembesi bir anda
hırsla parçalayıp hınçla paralarım.
yitmiş seraplardan serapa daralırım.
zihnimi burnuma çekip kafa yaparım,
gelinliği de üstüme çekip kefen.
duvak nerede dersen,
duvara yapıştırdım yersen.

Leyla yok, Mevlâ verelim.
bugün Mecnun günü,
kavruk helvasını yiyelim.
Leyla yoksa ben de yokum diyene
Mevla da senin olsun
Leyla da lokum diyelim.
kendimizi orada bırakıp
secdeye tırıs gidelim.

kapansın kapılar
açılsın duvarlar
mağara gibi sussun dudaklar
ve biz dakikalar ve asırlar boyu
uzamış vuslatlar izleyelim.
ne edelim bu kış bu duman,
şehirde sağalmamış memeler
ve sarkık karınlar
akacak kanı olmayan.
ne edelim keçisiz ve balıksız
dağsız ve denizsiz
tebessüm sebebi bulamayan.

ne edelim bu yağmayan kar?
düşünen ayva ve çalışan nar.
allasen tembeli azadan kopar.
ve neyse onlar,
beni onlardan kurtar!

[Fotoğraf @Paris]

6 Aralık 2011 Salı

Lâhza


bir seher vakti
semanın sarışın bukleleri,
bulutlara dökülüp
gözün alevden yatağında,
müebbet bir huzura
engin bir iştiyaka
serapa bir arzuya dönüştü.

ben bu dönüşü,
belleğimde bir aşk anısı
gönlümde bir mazi sızısı
kalbimde bir hançer kabzası
gözümde apansız ışık baskını
hayalimde bir alesta fermanı,
misliyle misali hissettim.
maziden istikbale yürürken
gafletin amansız kucağında
derin soluyup, deniz iç çektim.
toprak, ateş, su, hava
papura, nagant, ırıp, ökse.
bu avara hâlle,
elimde elham, dilimde çekiç
şimdi sokağından transit geçiş
an mahallesinden vın turizm
peki nereye kadar tın lirizm...
diye diye
zaman soluyup, vakit dinledim.
Akdeniz tutulup, Ay seyrettim.

derken...
cümlemi alıp cümlesini bıraktım
seherin bir vakti.
kederin işini kadere,
ışığın işini güneşe,
aşkın işini mucidine,
bıraktım bıraktım bıraktım.
rahat, serbest, hürt!
bıraktım...
o lâhza bana,
şiirin içine dalmam buyruldu.
el mahkum dil gardiyan,
pruvadan atladım.

[o vakit külâhım,
beni yâre götüren kıyakçı kayığa
şihir adını taktım.]

3 Aralık 2011 Cumartesi

Hoşaf


bu güz güller açmadı.
sen gülmeyi bıraktın mı?
yoksa,
denizi, ağacı ve ufuğu
hisliyi, kanatlıyı ve kokuluyu
yaşamadan yaşlandın mı?

rafa mı kaldırdın aşkı?
bari kendini de
çocuğun erişemeyeceği yere
sakladın mı?
kalbini gömdüğün şu taş duvarı
görür görmez tanıdın mı?
daha derine fayrap edip
daha engine feryat edip
daha genişe ulaştın mı?

ağlamaktan yorulduğunda
ağlamamaktan korktuğunda
başını yaslayacak bir aşk yastığı
ayağını örtecek bir merhamet yorganı
kafanı açacak bir feraset çarşafı
uykuna mihmandar olmadığında
âlem sana daraldı.
dünya sana darıldı.
iblis sana sarıldı.
kalakaldın önünde bir kase
yancık hoşafı.
peki a kıt akıllı,
eşek hoşaftan anlar mı?

olabilir mi acep
ömrün nihai manası
hoşaftan kim anladı?
sorusunun cevabı...

Qualia

ölüversen öyle zahmetsiz bebek gibi, çocuk gibi memeden yeni kesilmiş adın okunan yüzünde tamam bir gülümseme boran fırtınan dinmiş  ateşin ...