23 Kasım 2012 Cuma

Kanaat


bana rüzgâr sevdirildi.
Ay ve deniz sevdirildi
kuş, balık, keçi, çita
zeytin ve çitlembik sevdirildi.
bal ve badem
süt ve ayva sevdirildi.
zerzevat ve nebat
cümleten tabiat sevdirildi.
deniz ve mehtap sordular seni
Marmara Adası'nda bir yaz vakti.

bana gezinmek sevdirildi.
düşünmek, izlemek, yönelmek
aramak, sormak, söylemek derken
içimin sesleri sustu birden,
uzaktan yanık bir su sesi geldi.

bir cuma vakti
rengin ipekten kemeri
göğün muazzam belini çevirdi.
poyrazla öpüşen yağmur,
kurumuş yaprağı dirilti
kuşun kanadını temizledi
şarkılandı âlem, harmonik devindi.
bana müzik sevdirildi
bana müzik o kadar sevdirildi ki
müzikal bir ömrün hayali
tüm benliğimi ele geçirdi.

bana kitap sevdirildiği için
insan da sevdirildi.
kitap ve insan aynı şeydi.
iyisi de vardı kötüsü de
hakikisi de vardı sahtesi de
âlimi de vardı cahili de.
bana kitap ve insan sevdirildi.
sahteden ıramak, cahilden kaçınmak
aşksız ateşten sakınmak,
aşkın suyuna atlamak sevdirildi.

bir seher vakti
bana zaman ve mekân sevdirildi:
hem yokluklarının engin ümidi,
hiçliğin hazinesi, ihtimalin zerresi.
bana ümit o kadar sevdirildi ki
korkumun ocağına incir ağacı dikildi,
pembe gömlekli ve yeşil ceketli
vira havf, fora reca
bana ümidin duası sevdirildi.

bana yükseklik ve derinlik sevdirildi.
sevdirildi havale meşrebin havailikleri
nice cinslikleri, terso terslikleri
belâlı ülfetin tantanasından fazla,
sıkıntılı uzletin hür başı sevdirildi.
Akdeniz'de bir gurub vakti
bana hürriyet sevdirildi.

hürün hüviyeti, Mecnun'un cebindeydi
bunu Ay bilirdi, insan bilmezdi
ezeli hürlüğün timsali,
ebedi aşkın esaretiydi.
bana sevdirilen şen dünyada
hür ile esir aynı şeydi.

bana yazmak ve yaşamak sevdirildi.
kana kana içmek, doya doya sevişmek
Ay dolusu ağlayıp, güneş dolusu gülmek
hoplaya zıplaya yürümek sevdirildi.
dağda seğirtmek, ormanda eğleşmek
illetten kurtulmak, marazdan iyileşmek
ve gafletten aman bulmak sevdirildi
bana ölüyken dirilmek sevdirildi.

bana şiir söylemek sevdirildi.
şiirin tek konuştuğu yâr idi
bana bu yüzden
yâr ile konuşanlar sevdirildi
susanlar ve vakur duranlar sevdirildi
çekinenler ve müjdeleyenler sevdirildi.

bana melankoli ve nostalji sevdirildiği gibi,
o ele avuca gelmez mavi neşe,
ah ne çok sevdirildi.
rüzgârda uçuşan sayfalar
yazdıkça açılan puslar
sevdikçe aşılan egolar
yandıkça dağılan şeytanlardan fazla,
bana kendi olmaklıklar sevdirildi.
taklitten geçip ihlası sevenler
abesten kaçıp irfanı seçenler
hızdan ayrılıp sabra gidenler
arzusu net, icrası pek neferler,
bana kendinden ayılıp
aslına secde edenler sevdirildi.

bana tabiattan niceleri sevdirildi
bana eşyadan niceleri sevdirildi
bana mahluktan niceleri sevdirildi
güzel, yumuşak, tatlı, serin, yelkenli
havalı, uçarı, izbeli, incili, amberli
aynalı, manalı, renkli, dengeli, ilgili
hayal kadar latif, ateş gibi hakiki.

kanaatim O'dur ki
bura kainat, nice mahlukat
vara şükür, yoka hamd
ancak hakikinin sevdiği hakikat;
bana kanaate kanaat etmek sevdirildi.
seveni, sevdireni, sevdirileni
ve sevmeyi, kanaat dahi kesmedi.

["Yarattığı bunca aynada kırıldıktan
sonra, eskisi gibi tek ve kendisi kalan
sonsuz değerin gücünü, yüceliğini
sanırım anlamışsındır şimdi." Dante, Cennet XXIX.

külâhım, Dante'nin noksan Cennet'inden kusursuz Cennet'e:
"Kuran okuyan mümin, portakal gibidir: Kokusu hoş, tadı güzeldir. Okumayanı hurma gibidir: Kokusu yoktur, tadı ise güzeldir. Kuran okuyan münafık, fesleğen gibidir: Kokusu hoş, fakat tadı acıdır. Okumayanı ise Ebu Cehil karpuzu gibidir: Kokusu yoktur ve tadı da acıdır." S.a.v.]

14 Kasım 2012 Çarşamba

Mazi


sene bitiyor, vakit ilerliyor.
1433, 1434, 2013, 2596.
nebula, pulsar, beyaz cüce.
süpernova, kısa dalga, ışık hızı.
güneşle bir oluyor da Kasım kızı,
lâciverdi yırtan hilâle tutuluyor.
ve aşktan gözü parlamış yıldızı,
kalbime inciden hayaller fısıldıyor.

derken uyanıyorum.
uzakla yakını bulandırıyorum.
işe maziyi karıştırıyorum.
geçmişi şimdiye katıyorum.
ânlarda anıları anımsıyorum.
ohlar ahlara, ahlar ohlara
küller küllere, ruhlar ruhlara.

bazan maziyi kaşıklıyorum.
hatırlarımı doya doya yiyorum.
kimi bal gibi tatlı
kimi ağı kadar acı.
tınılar, tonlar, tuşeler, kokular
ben duyumdan gürül boşalıyorlar.
ne ağlıyorum ne gülüyorum.
Kasım'da bir kasılırken iki esniyorum.

işkil meşrebin ve hasretperverin
leziz ve aziz acısını çekiyorum.
sıkı melankoli ve afili nostalji
tiryakinin iki kadim kelimesi,
tâ çocukluğumdan taşıyorum.

malihülya ve daüssıla:
esirlerim korosu hazırolda.
var kesiliyorum naralarına,
terennümlerine, avazlarına.
kâh rebet, kâh arya
kâh requiem, kâh missa
kâh senfoni, kâh sonata
kâh flamenko, kâh milonga
kâh trip hop, kâh hard bop.
bossa, acid jazz, ambient, dub
funky, progressive, tribal, deep.
gelsin flu groove şimdi kulağıma,
dönsün "koyu tekno" mazi pikabında.

boşalsın küpler, fıçılar, kovalar
çakılsın paplar, dalgalar, uyaranlar
yakılsın batlar, borular, dermanlar
çizilsin ak laynlar, kırılsın kor aynalar.
patlasın göz bebekleri, çatlasın ar damarlar.
deli arzular, toy tripler, has kopuşlar.
düşüşler, sıkıntılar, kırıklıklar.
nöbetler, buhranlar, paranoyalar.
hatalar, yalanlar, dolambaçlar.
bakışlar, susuşlar, pişmanlıklar.
tantanalı ve şaşaalı hayatlar.
oh âlâ, bol keseden zamanlar.
ah illâ, engin mağfirete hamdüsenalar.

vay eğrisi hay doğrusu, net tutar
eski plaktan hakkıyla yanıma kâr
düşümde pırıl sedeften çocuğa aşkım var.
Akdeniz'de berrak safirden hatıratım var.
yağan kar, yakan nâr
maziden kalan sadece bir an
bir de tınılar, tonlar, tuşeler, kokular
incelikler ve yumuşaklıklar
insan ki melankolik bahtiyar,
gamla bayılıp neşeyle ayılan.
pişman ki yeni yetme ihtiyar,
zilletten kaçıp izzete tutulan.

öyleyse,
çalsın sazlar, kurulsun orkestralar!
kalksın efeler, oynasın Zorbalar!
üflemeliler, yaylılar, vurmalılar
piyanolar, obualar, kontrbaslar
trompetler, trombonlar, akordeonlar
neyler, tamburlar, udlar, santurlar
kanunlar, bağlamalar, davullar, zurnalar
tekmil toplanıp huzura varsınlar.

yansın sazlar, uyansın kızlar

[Külâhım, Kasım'ın süslü mazisinden gelelim günün rahmet denizine:
"Ey Âdemoğlu! İşlediğin günahlar gökyüzünü dolduracak kadar fazla da olsa, bunların bağışlanmasını dilersen, seni yine bağışlarım." S.a.v.
şiirdeki tırnak içindeki alıntı, Derya Erkenci'nin sevdiğim öykülerinden Koyu Tekno.
fotoğrafı, geçen gün Ayaspaşa'da çektim, manidar.
David Darling'in Cello Blue'sunun kuşları da burada.
Dürer'in ve Moody Blues'un melankolikleri de keza.
âlâ külâhım, kameri sene cümleye hayrola.
hayy de erkenden şemsi sene de şen ola, Mayagiller darılmaya.]

7 Kasım 2012 Çarşamba

Nedamet


gözümün önünden,
tankerler geçiyor ve şilepler.
kılavuzlar gidiyor ve piyadeler.
kruvazeler geliyor ve yelkenliler.

hafızamın içine yağmur yağıyor.
cömert yağmur deniz oluyor.
az Marmara, çok Akdeniz.
vaporlar, motorlar, vaporettolar
çöpçüler, römorkörler, mavnalar
kayıklar, çatanalar, işkampavyalar
konteynerler, gemibüsler, feribotlar
[eğreti kaçan çirkin gırgırlar,
narin balığa tenekeden fabrikalar]
tirhandiller, guletler, tratalar
örümcekler, gondollar, kadırgalar.
zihnimde fink atıyor
sancak alabandalar.

rüyama vira deniz giriyor.
bazan engin, temiz, berrak, bebek mavi.
bazan kasvetli, kirli, kuzgunî, yılankavî.
ikisi de manidar, ikisi de civcivli.
fakat kalp dediğin öyle ışıkperver ki,
sevemez dağdağayı ve kasaveti.
kalp o ki, gazaba ürkek, rahmete hevesli.
Allah'tan feverandan deverana meyilli.

düşümden fora ömrüm geçiyor.
marazi çocukluk, büsbütün asi gençlik.
nâdim erginlik, hakiki yetişkinlik.
duygu mütehassısı olmuş benlik.
duygudan şiire dönüşmüş,
hassastan insana değişmiş bir seyirlik.
ben seyrediyorsam
ve yaşayan hamdolsun O'ysa,
nedametin güzelliğini diyeyim bir yol sana.
neden sevdiğimi fısıldayayım kulağına.

ekseri kaçmış pişmanlıktan insan.
hata yapmasına yapmış da, bakmamış yakından.
vakit gelmiş yaklaşmış sağından ve solundan.
kana kana nedamet getirmiş yaptıklarından.
gür kişi nâdim olunca, hür iradesi kas yapmış.
meğer iradenin biricik dermanı pişmanlıkmış.
harbi pişman, hayat dersini lâyıkıyla alanmış.

hayy de şiir kalkıyoor!
Hızır gidiyor, Kasım geliyor.
kulağım tambura biniyor.
ardından akordeon el sallıyor.

[külâhım bugünün alâmetifarikası Tarkovsky Quartet.
iştiyakım da nicedir, müthiş kastrato Jaroussky'den Handel.
öyleyse müziğimizi sesiyle coştursun son Peygamber: "İman, yetmiş kadar daldan ibarettir. Bunların en yükseği lâ ilâhe illallah demek, en aşağısı da insana zarar veren şeyleri yoldan kaldırmaktır. Utanmak da imanın dallarından biridir." S.a.v.]

6 Kasım 2012 Salı

Şuur


güz, adamakıllı lodosa bağladı.
Sahra bulutu sürdü, hasadı dağıttı.
mavilerini yakan Akdeniz,
iblisi kovaladı, hasedi dağladı.
güneyli hava burnu sızlattı,
kemiği çıtırdattı, kafayı kıtırdattı.
rüzgâr, ateşi harladı.
güneş, iradeyi yumuşattı.
şiir başladı, şuur yaklaştı.

zamanla derdim
mekânımı gerince kirlendim.
saman sapından hâllice vakte
ayak uydurmaya yeltendim.
baktım, yorgan ayağıma göre değil
üşümeyi yeğlemedim de,
bacaklarımı karnıma çektim.
ben bunu şimdi niye dedim?
neydi benim şiirden niyetim?

elbet ben de okunmak istedim.
sevilmek, aranmak, korunmak nasıl istediysem
tutulmak, yazılmak, okunmak öyle istedim.
ben de herkes gibiydim.
herkes gibi arandım, korundum, sevildim.
herkes gibi okundum, yazıldım, üzerine titrendim.

sonra ben,
olmuş olanı istemenin garipliğine eriştim.
oluşu oluşturanı istemenin azizliğine sevindim.
baktım herkes de fani, ben de faniyim.
baktım ancak baki olan yâr, benim velim.
vekilim yazıyor, varisim okuyor ya
ben daha Mevlâ'dan belâmı mı isteyeyim?

ben de bilmez miyim,
kendini var etme zahmetini?
ve ben de etmez miyim
insan olma mücadelesini?
bilmek ya da bilmemek
okumak ya da okumamak
yazmak ya da yazmamak
görmek ya da görmemek
duymak ya da duymamak
olmak ya da olmamak
bütün meseleyse ki bütün mesele!
öyleyse ben hür reyimi
bilene ve olana, görene ve duyana,
okuyana ve yazana vermez miyim?

her insanın bir işi var.
yoksa, insanın dünyada ne işi var?
bir vazifesi yoksa her yaratılmış gibi,
ne işe derman, etrafta hayta gezinmesi?
her işin gidişi, niyet ve irade meselesi.
olmaya yetenek, her beşerde Allah vergisi.
üstünlük takvada, işlerde yok hiyerarşi.
iş ki, işine uyansın insan kişisi.
hele hayra yönelsin de göğüs kafesi,
edeple coşsun kaderi,
eylesin güzel eyleceğini.

hem sen bilmez misin ki,
Dünya diye gördüğün oyun sahnesi,
Cennet ile Cehennem'in bir alegorisi.
öyleyse,
insanın en hakikatli işi,
hakkıyla kendini bilme işi.

[Poseidon rehavî yatsın, sen çevikî kalk külâhım.
"Artık kim zerre ağırlığınca bir hayır işlerse onun mükafatını görecektir. Kim de zerre ağırlığınca bir kötülük işlerse onun cezasını görecektir." Zilzâl, 7-8.]

1 Kasım 2012 Perşembe

Güzelleme


o öyle bir sevgili ki,
anam babam gibi.
ki onlarla sarışıp yatmıyoruz.
ah sevgili o ki sarışıp yatılan biri.

sevgili heybetli ve hiddetli
sövdü mü kudurtur,
kodu mu çat oturtur.
hem de nasıl şefkatli ve düşünceli
ben gibi tembel çırağı,
kalbinin sandalında uyutur.
ben gibi haylaz çömezi,
ruhunun dümenine oturtur.

kimse beni anmazken
sevgili anlar.
asla sorulmayan soruları
sevgili sorar.
en olmadık rabıtaları
sevgili kurar.

esrarlıdır sevgilinin hâlleri
kimse onu hakkıyla kavrayamaz.
tutunur vücuda, adımlar bedeni
öper en yumuşak bebek ensesini,
eller alametifarika göbek deliğini.
hıfzeder gözünün ferini.
hazmeder elinin tersini.

bazı güz geceleri
turuncu tulumuyla belirir sevgili.
sevinir, çırpar emekli ellerini.
peyda eder çamurdan, lâtif hayalini.
ve bazı gerçekleri
uluorta çığırmaktan çekinmez sevgili.
her şeyi örteni unutunca cüretkâr,
istese de tutamaz sunturlu dilini.
bazan deve olur pireleri,
bazan yorgan yaktırır şüpheleri.

sevgili hararetli ve yiğit meşrepli
intihardan cesur, fıtrattan bedelli.
bereket elinden ölmeyecek kadar talihli.
poyraz yüklü tatlı kaderi,
İstanbul'un orta yerindeki sütuna işli.

o sevgili öyle bir sevgili ki
Musa bakışlı, Davud sesli.
balığın balıkla besleneni
suyun suyla serinleyeni
aşkın aşkla temizleneni.

[şiirle şuur aynı kökün dalları imiş külâhım. öperim şiiri de şuuru da. şuur ne kadar ışıklı bir kelime yahu. ışıklı ve yakışıklı. şiir, şuur yapar. şuur da şiir. akabinde Tolstoy dededen de leziz bir depresyon tarifi gelir: "lamba cini, dile benden ne dilersen diyerek çıktığında dileyecek bir arzunun olmaması." questa é depresyone. hey maşallah. Allah'a sığınırız dileyecek, dil eyleyecek bir muradımızın olmamasından. Allah'a sığınırız ameli sollayan emel fazlasından. öylece lamba asude, cin sakin, insan nikbin. gel bi' öpeyim nârından. bakayım Burano'nun rengârenk camlarından.]

Qualia

ölüversen öyle zahmetsiz bebek gibi, çocuk gibi memeden yeni kesilmiş adın okunan yüzünde tamam bir gülümseme boran fırtınan dinmiş  ateşin ...