22 Mayıs 2010 Cumartesi

Koşmak


her sabah en uzaktan başlarım hakikate koşmaya
akşama varasıya belki bir arpa boyu, o da talihim varsa
koşarım sadece bakmaya, çoktan ölmüş gibi bakmaya
koşarım sağlam lakırdılarla süslü köhne dimağımdan uzağa.
bir tuhaf ruh haletidir koşmak
bildiğin rus ruletidir durmak
elimde kalem silah, dayarım şakağıma
elimde kalem rebab, çalarım mânâya.

her gün acıdan zevk alma eşiğini eşeğimle birlik geçerim.
âşık insan müstağni olur, mutluluğun membaı olur, bilirim.
insan kendinden kurtulunca bütün alem onun olur, hissederim.
inşallah bize de bu piyango vurur, dilerim.
gam bağında ayağım tutsaksa, ayağımı bırakır giderim.
ardıma bakmam - bakarsam bağ olur çünkü -
kanımı, ak kanadıma sürerim.

sabır testim, sabır yolunda çatlar
tahammül eğrim, eğriyi doğruyu sarsar
hoşgörü parabolüm, eksenden bana lolo yapar.
işte ben o zaman haydutu can evime davet ederim.
haydut adı üzerinde, vandal hayvan
cam evimi tarumar eder, yıkar parçalar.
manzarayı görende biraz sendelerim, biraz içerlerim.
kırık camlar canıma batar, ah vah ederim.
elimde alet çantası yeniden inşaya girişirim.
iki günde kendime hoop yenisini ederim.
ne kadar deprem yaşarsam
can evim o kadar incelir benim.
çünkü dirayet, kütük olmada değil
dal olmada gizlidir canım ciğerim. 

Gelincik


"Herkesin üç kişiliği vardır: Ortaya çıkardığı, sahip olduğu, sahip olduğunu sandığı..." Alphonse Karr
"Zaman zaman patlayan, yaralayan, fışkıran, içimizden iniltiler yaşlar ve beddualar koparan sayfalar okuyorsak, bilin ki bu sayfalar; sırtı duvara dayanmış, tek savunması sözcükler olan bir adam tarafından yazılmıştır." Henry Miller
"Nefret ettiğim bir şey varsa, o da insanların kendinizi berbat hissettiğinizi bildikleri hâlde neşeyle hatırınızı sorup iyiyim demenizi beklemeleridir." Slyvia Plath - Sırça Fanus

"Argumentum Ornithologicum
Gözlerimi kapıyorum ve kuşların uçuşunu görüyorum. Görüntü bir saniye sürüyor, belki de daha kısa; kaç kuş gördüğümü bilmiyorum. Sayıları belirli mi, belirsiz miydi? Sorun, Tanrı’nın varlığı sorununu gizliyor. Eğer Tanrı varsa, sayıları belirlidir. Çünkü Tanrı kaç kuş gördüğümü bilir. Eğer Tanrı yoksa, sayıları belirsizdir, çünkü kimse saymamıştır. Bu durumda, birkaç kuş gördüm, (diyelim ki) ondan az, birden çok, ama dokuz, sekiz, yedi, altı, beş, dört, üç veya iki kuş görmedim. Onla bir arasında bir sayıda gördüm ki bu ne dokuz, ne sekiz, ne yedi, ne altı, ne beş vs. bu tam sayı kavranılamaz; öyleyse, Tanrı vardır." Jorge Luis Borges - Gölgeye Övgü

"Ey gönül derdin gamın var, işte derman böyledir.
Ses çıkarma derdini çek, çünkü ferman böyledir.
Arzulardan vazgeçip de üstüne bas her şeyin
Kurtul o nefsin elinden, bil ki kurban böyledir." Pîr hazretim.

"Ellerin çirkinleşmeden dua et" Fazıl Hüsnü.
Son darbe de dünyanın en güzel Turgut Uyar'ından:
"Senin bu ellerinde ne var bilmiyorum
tuttukça güçleniyorum kalabalık oluyorum"

içimde bir yılan var deyip durdu bugün oyundaki kadın.
dünyanın ortasında bir yerde bir oyundaydım
ve başroldeki kadına içeriden bir yılan sarılmıştı.
bedbahttı kadın, bahtı karaya çalmıştı
denize düşünce yılana sarılmak hakkı sandı.
oysa içeride bir yılan varsa
bir de gelincik yutacaksın canım.
benim budur sana lafım.
ah gelincik, gel de seni yutayım.
seni bu gece yılanıma yaren yapayım.

"Diyelim ki: Allah kısmet etti, aşk geldi kapınızı çalıyor! Ona ilk ne dersiniz?" @feysbuk. Hoş geldin derim vallahi.

19 Mayıs 2010 Çarşamba

Ağu


gözyaşlarım soğuk akıyor artık
içimde bir derin dondurucu
bayıltmasın beni diye aşkın kokusu
paketleyip kaldırmışım Şubat sonu
Mayıs ortası açınca kutuyu
soğuk soğuk aktı gözümden
boş sözlerin buz ağusu...

16 Mayıs 2010 Pazar

Esrar


Okunduğum bilgisi kafama üşüşünce kendimi tuhaflardan bir tuhaf hissediyorum külâhım. Oysa senelerdir kâh öyle kâh böyle okunuyorum. E zaten okunmak için yazmıyor muyum? Derdimi noolur anlatabilmek için yazmıyor muyum? Ne dertmiş be külâhım, yaz yaz bitmedi meret. Allah bitirtmesin ayrı ;) Fakat artık bu neden yazıyorum, okur mu geldi, okudu mu hepsini, kıçından mı anladı, beni ne sandı vehimlerine, kuruntularına, hezeyanlarına bir son vereyim diyorum. Fin, finito, elveda, haydi yallah...

Esrar...
İşte hayatımızın kelimesi ve manası. En eski dostumuzun hırkası. Neden? Hayat, henüz ölmeyen biri için sırlarla dolu çünkü, kaçarı yok. Sırların tümüne esrar diyoruz, sırrın çoğulu, dünyanın bütün aynalarını aynı anda çevirdiğinde gördüğün büyük kara resim. The big picture! Auuv so cool.
Esrarın fonetiği bile iç ürpertici. Sırtıkara birinin sağdan gelişi gibi. Fakat o biri o kadar tanıdık, o kadar aşina, o kadar yâren ki... Anında muhabbet koymuşuz kendisiyle gibi... Esrarı bilen esrardan bahsedebilir mi hiç peki? Zannetmem. Esrarı bilen esrar olur. Esrar öyle bir şeydir ki zannım, soluğun içine gizlenir de, bünyede an be an dolaştığı bile hissedilmez olur... Pek zor bir mevzu seçmişim bugün külâhım, en güzeli ben esrarı esrarıyla başbaşa bırakayım.

15 Mayıs 2010 Cumartesi

Allah


Allah'ın sonunda bir ah var
başında da al...
zaten adın geçince
al al olmak kaçınılmaz ayar.
ki ancak al al utanan
sanırım adın anar!
sen istersin de o anar
sen istemezsen
her şey yoklukta bizar.
sondaki ah daha da manidar
al al olup ah çekmeyene
anladım ki dünya dar!

Ne demiş selam ola Pîr: "Her canlının ölümü tadacağını, ama sadece bazılarının hayatı tadacağını öğrendim." Bu öğrenişe, bu bilgiye akıl da kurban can da, Allah.  

14 Mayıs 2010 Cuma

Armağan


Muhteşem bir şiirin son kıtası gibi olsun bugün, müjdeye armağan olsun.
İpek şair Sezai Karakoç'tan olsun:

"...
Ülkendeki kuşlardan ne haber vardır
Mezarlardan bile yükselen bir bahar vardır
Aşk celladından ne çıkar madem ki yar vardır
Yoktan da vardan da ötede bir Var vardır
Hep suç bende değil beni yakıp yıkan bir nazar vardır
O şarkıya özenip söylenecek mısralar vardır
Sakın kader deme kaderin üstünde bir kader vardır
Ne yapsalar boş göklerden gelen bir karar vardır
Gün batsa ne olur geceyi onaran bir mimar vardır
Yanmışsam külümden yapılan bir hisar vardır
Yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer vardır
Sırların sırrına ermek için sende anahtar vardır
Göğsünde sürgününü geri çağıran bir damar vardır
Senden ümit kesmem kalbinde merhamet adlı bir çınar vardır
Sevgili
En sevgili
Ey sevgili"

Ahmak


"Ahmaklık Allah'ın bir kahrıdır. Hastalık, körlük kahır değildir."
Vedat Özdemiroğlu taşımış bu cümleyi son Uykusuz'a...
"Ne zaman günah kuyusundan kurtulup da güzel, hoş bir bahçeye varabilirsen, o vakit başkalarının eteğinden tut, onları da senin bulunduğun yere çek, kurtar!" varıdı bir de... Hah imgeleme gel, kuyu var, bahçe var, takık olduğum her şey var mübarek.

Bugün farkettim:
Ahmaktan, ahmak sıfatından içime fenalık gelmiş. Kullandığım çoğu kelimeden, zikre değil tekrara düşen her şeyden illallah gelmiş. Ki zikir de tekrar demek ya, manaların bu denli karmaşık olması da afakanları toplayıp kafama getirmiş. Demek istemeyip dediklerim o kadar çokmuş ki, demek isteyip diyemediklerimi izbede yakalayıp odunu beline vermiş.

Kendimden sıkıldığım kadar hiçbir şeyden sıkılmamak çok sıkıcı.
Bugün rastladığım Alev biri, sabır için "kendine tahammül etme yetisi" yazmış. O zaman gökten yağmur gibi üzerime sabır yağdır asıl duaymış.

tahammül edemiyorum, nasılsın sorusunun süper yanıtına
ve tahammül edemiyorum, bu süpere kafa atmamama
tahammül edemiyorum, kasmaktan kaskatı olmuşa
ve tabiatın elastikiyetini bozmaya çalışmasına...
tahammül edemiyorum manasız konuşmalara
tahammülsüzüm, beni gördüğünü sananlara
ah ya, vurayım kafamı madem ben bu gece
vurup kafayı yatayım yine gafletin içine.
ben bu beni burada kırayım
böyle yekpare taşıyamıyorum diye.
kırıp katlayınca cebime korum belki.
hür olurum o zaman senin gibi...

bu perşembe yanması
cuma'ya bir hazırlık mı?
içimde yine koskocaman bir yılan
beni yüz yerimden sokmadan rahatlar mı?
akrep dolu gönlüm
ah nasıl da akrep dolu gönlüm
güz çocukları ömrüm
akrep kendini yakmadan
ben onu aleve atacağım
gayrı budur bulduğum çözüm!

11 Mayıs 2010 Salı

Ne?


nasıl mı? nasıl mı düştün?
çünkü ayakların vardı, çünkü kuyu vardı.
çünkü koşullar ve sebepler olmayaydı
vakalar ve neticeler olmazdı.
nasıl mı? nasıl mı böyle hiçbir şeysiz düştün?
çünki senin zaten hiçbir şeyin yoktu.
sadece bir nefesten ibaret,
onun da senden alınacağı bir an vardı.
o sıkı yapıştığın bedenin senin değildi.
topraktan gelmişti ve toprağa dönecekti.
o farkında olmadığın ruhun senin değildi.
üfleyenden gelmişti ve üfleyene dönecekti.
ashes to ashes, dust to dust bildin mi?
o yüzden abuk sorular sorma Apti!

Nasıl ve neden iki kıymetli sorudur elbet. Bir şeyin niteliğini ve sebebini araştırır. O şey varlıktır, asıl sorusu da ne'dir. Ne'yi bulabilmek için nasıl ve neden gibi yancı sorulara ihtiyaç vardır. İnsanoğlunun düşünme sistemi, ki başka mahlukun düşünme sistemi yok, insanoğlunun düşünme sistemi pek oksimoron bir ifade oldu. İşte düşünmek dediğimiz eylem, beynin sorumlu olduğunu düşündüğümüz, "nasıl"ını beyne, "neden"ini akla yorduğumuz düşünmek, ne'dir. "Ne" var olduğu için düşünmek vardır. Bu sistem de "nasıl"sız ve "neden"siz bir arpa boyu gidemez. Zurnanın zırt dediği yer burası olmalıdır. Zira her "nasıl" ve "neden", ne'yi, varlığın neliğini sınırlayan, kalıplayan, kategorize eden, çarpıtan, saptıran, dar alana hapseden, hücreye sokan bir gardiyandır, hatta bazan öldüren bir cellattır. Her alet, aleti kullanana göre şekil alır. Aleti kullanan da, aletin en güzelini seçmeye çalışır. Kem alatla kemalat olmadığını bilir. Kemalatın anahtarı, alet değil kendisidir. Kem kişi kem alat kullanır, alatı da kendisine benzetir.

"Nasıl" ve "neden" de konduğu kabın şeklini aldığı için, ne'ye o kabın yürüme kabiliyeti kadar varabilir. Ne'yi o kabın alacağı kadar içine alabilir. Nasıl ve neden, ne kadar kalendermeşrep olursa, ne'yi o kadar iyi anlatır. Üretilecek her nasıl ve neden, tek bir ne'dir çünkü. Burayı anla, gerisi fasarya... Nasıllarını ve nedenlerini topla, hepsini önce bir topla, sonra sorarsın ne'ye, sen ne'sin? diye... O da sana söyler o zaman ne'yim diye, neyim, ulaşmaya çalıştığın şeyin ta kendisiyim, diye...

Çağımız rasyonel düşünme çağı. Rasyonel, akılcı, ussal. Bizim yönümüze göre Batı'nın bulduğu, bulur bulmaz buldumcuk olduğu, iktidarı elinde tuttuğu için de, tahakkümü altındaki her yere zorla yutturduğu bir kavram, rasyonel düşünmek... Ulan zaten düşünmek aklî ve ussal bir eylemdir. İrrasyonel düşünmek diye bir şey var mıdır? Misal, dünya öküzün boynuzundadır diye düşünmek bize şüphesiz irrasyonel gelecektir. Fakat o çağın "nasıl"ları ve "neden"leri o kadar elverdiği için öyledir, çağına göre gayet rasyonel bir düşüncedir yani. Aklı o kadarına yetmiş, o kadar düşünmüş'ün neticesidir. Rasyonel düşünmek de demek neymiş? Oksimoronun daniskası imiş, moronel düşünmenin dik âlâsı imiş.

Şimdi düşünmenin doğrudan rasyonel olduğuna, başka bir şansı olmadığına gelmiş mi akıl, gelmemiş mi? Ona bir sor, öyle devam et. Gelmemişse sabret, Allah'ım bana akılla beraber idrak ver diye dua et. Akıl sadece düşünmeye yarar çünki, görmeye değil. Görmek başka bir uzvun işidir. Akıl gördüklerini işlemden geçirir. Gördüğünü doğru okursa rasyoneldir, doğru okumazsa zaten akıl değildir. Zira aklın yolu harbiden birdir.

10 Mayıs 2010 Pazartesi

Kuyu


bir an bir kuyu peyda oluyor.
kenarına sımsıkı tutunmak
düşmeyi engellemiyor.
çıkmak için önce düşmek gerekiyor.
yan yattı çamura battı
bu oyunda işlemiyor.
kıyısından geçtim, yanından tüydüm,
ardından sıvıştım,
önünden aynen tornistan
bu şovda işe yaramıyor.
kuyu peyda oldu mu
içine eli mahkum düşülüyor.
zaten asıl hikâye düştükten sonra başlıyor.

İnsanın içinde gizli bir merdiven var. Kendisinden gizli, varlığından kişioğlu bihaber. Kuyuya düşünce, kuyu süper klostrofobik ortam bir kere, kişi daralıyor, bunalıyor, saçını başını yoluyor, kafasını duvarlara vuruyor. Çünkü o kuyunun etrafı ıpıssız ve metruk. Yakınında kendisine yardım edecek kimse yok. Bağırsa sesini duyacak kimse yok. Yanında ip, halat, nevi cihaz, alet edevat hiçbir şey yok. Cinnete beş kalıyor. Cinnete hep beş kalır zahir. Fakat o beş, beşyüz asır mıdır, beşbin sene midir, öyle uçsuz bucaksız bir vakittir vesselam. İnsan çarçabuk cinnet geçirsem de, ne kendimin, ne kuyunun farkında olsam diye düşünür. Cinnetten daha çok cinnet geçirmemekten korkar. Cinnet gelmez. Cinnet zaten cinler demektir. Cinler geçirilmez, nereden geçiriyorsun, iğne deliğinden mi? Cinler getilirip, ortam yumuşatılmaya çalışılır sadece, fakat onlar da öyle her çağırana gelmez. Gelseler de yardım edemez, öyle bir görevleri yok. Bulut gökte gider, balık denizde yüzer. Bulutu denize sokamazsın, balığı da gökte uçuramazsın diyeyim sen anla en güzeli.

Cinnet de gelmeyince, insan insanlığıyla bir başına kalı kalıverir olduğu yerde, kuyunun dibinde. Çöker, oturur, avuçlarını başıyla doldurur. Düşünür, düşünür, düşünür, içinden çıkamaz. Düşünerek şu kuyunun içinden bir türlü çıkamaz. Düşünmeyi bırakır, kendini de bırakır, belki yarı baygın... Kendini bırakınca bir ses duyar içeriden. Bir gıcırtı, bir ayak sesi, dışarıdan geliyor sanır. Gözlerini açar. Dışarıda bir şey yoktur, üstelik gıcırtı da kesilmiştir, ayak sesi filan hikâye olmuştur. Korkar, işte o zaman hiç korkmadığı kadar korkar. Korkunca yine yarı baygın... Bir ses duyar yine içinden, bir nida, gözlerini tekrar açar. Açmasıyla birlik sesin izini yine kaybeder. İlkinden daha şiddetli bir korku nöbetine girer. Gözlerini dahi kapayamaz korkudan. Cep telefonu aklına gelir, öyle ya bu avantür çağımızda geçmektedir. Ceplerini araştırır, fakat hayır cep telefonu cebinde değildir. Olsa da buradan nasıl çekecek zaten diye düşünüp avunur. Çok sıkılır, öyle bir sıkılır ki, ana avrat dümdüz ecdadına kadar söver sayar. Yetmez, ağlar, duvarları yumruklar. Elleri kanar, gözleri yuvalarında bizar, yere kapaklanır. Dövünür, dövünür de dövünür. İçindeki ses bu sefer sert bir çığlık atar. Durur, yerinden kıpırdamaz, bu sefer gözlerini de açmaz. Sesi dinler. Bir ses vermesini daha ister. Ses gelir, kalk der, uyan, uyanmış gibi yapma, harbiden uyan der. Kalkamaz yerinden, durur yine sesi bekler. Çıt yok. Nasıl uyanacağım ki, nasıl çıkacağım ki buradan? der. Ses yok. Uzun süre bekler, bu sefer içli içli dövünmeden, bağırmadan, içli içli, hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlar. Ağlar, ağlar da ağlar.

"İçinde bir merdiven var, onu kullan" diye bir ses çınlar kulaklarında. Ne? der. Anlamaz. Ne, bir daha söyle lütfen! diye yalvarır. Çıt yok. İçimdeki merdiven diye sayıklar. İçimdeki bir merdivenle dışımdaki bir kuyudan nasıl çıkarım ki diye söylenir. Yerinden kalkar, bir kuyuya bir kendine bakar. Tamam madem der, ben de oturur beklerim. Ne çabuk bir karar. Her çabuk karar gibi çuvallamaya mahkum... Sırtına duvarı verip oturur. Karar verdiği gibi beklemeye başlar. Neyi bekliyorum? diye sorar kendine. Kuyudan çıkmayı elbette gerzek! diye çıkışır. Kendiyle sürekli kavga hâlinde olması asabını daha da bozar. Ahh der, bari müzik olsaydı yanımda. Hiç değilse kendimi bu kadar çok duymazdım. Müziksiz şurdan şuraya gitmezdi. Fakat kulağında hiçbir ezgi yoktur şimdi. Sevdiklerini hatırlayıp mırıldanmaya çalışır. Mozart'ın Requiem'i gelir aklına. Ölüyor muyum yahu diye hemen kovalar. Ajda Pekkan'ın Düşünme Hiç'ini bulur kulağının derinliklerinde. Hah tam bana uygun diye düşünür. Hiç düşünmeyeyim. Nasıl hiç düşünmeyeceksem! der sonra. Piazzolla'dan ya da Jobim'den bir şeyler, ıhh, Enver İbrahim ya da Dalaras, olmaz. Celentano ve Mina olabilir mi, Coltrane ya da Badalamenti, sıkılır olmayan müzikleri aramaktan. Nasıl düştüm böyle hiçbir şeysiz kuyuya der, nasıl Allah'ım nasıl?

6 Mayıs 2010 Perşembe

Hızır


Mayıs geldi. Çat diye gelmedi. Yavaş yavaş, ağır ağır, sert mizaçlı Nisan'ın fırtınasını sıyırıp, bulutu ayırıp, göğü yarıp, gerçeği açıp, berrak berrak geldi. En berrak ay Mayıs imiş, güzelliğini nida ederek geldi. Çileğin güzeli geldi, erik geldi, kiraz geldi. Bir tatlılık, bir canlılık, bir dirilik, küllüm iyilik geldi.
İyi saatte olsunlar gitti, daha iyi saatte olsunlar geldi.
He-man şöyle dedi:
"Kıroyum ama güç bende!" rehehe,
budaklı meşe odunu gitti, yerine neşeler yatıya geldi.

Hızır'ın ilk günü.
dilekler rüzgâr gülü.
aşk ve afiyet o gülün
en güzel iki bülbülü...

Hıdırellez gelir, yaz başlar.
Hızır aleyhisselam yetişir, yol açar.
saçılmış saçları, kırışmış alınları, yapışmış dudakları sular.
yaz böyledir:
samimiyet yoksunu gönülleri yoklar,
izan yoksunu akılları karışlar,
aşk yoksunu bedenleri yıkar, paklar.
inşallah böyle yapar.
değil mi ki her bahar ölüden diri çıkar,
yazın da her diride bir ölü yaşar...

[Mare Nostrum!
aşk olsun bugün asılmış çocuklara...
rahmet olsun, mekanları nur olsun.
Deniz, Hüseyin ve Yusuf'a...
adları gibi ruhları da ışık dola inşallah.]

Qualia

ölüversen öyle zahmetsiz bebek gibi, çocuk gibi memeden yeni kesilmiş adın okunan yüzünde tamam bir gülümseme boran fırtınan dinmiş  ateşin ...